7 Ağustos 2011 Pazar

Hayatın renkleri geri gelse

 Plesantville 1998 yapımı olan film içinde komedi,drama,fantistik öğeler bulunduruyor biraz da imdb puanlarıyla takıntınız varsa hemen o merakınızı da gidereyim,şu anda güncel olarak 7,5/10 üzerinden.Yönetmen ise Gary Rose bu filmden başka da seabiscuit,big,dave filmlerini de çekmiş abimiz ve her ne hikmetse ki aradaki dostluktan kaynaklanıyor tabi Örümcek adamdan tanıdığımız Tobey Maguire'nin tam genç dönemini izliyoruz.

 Konuya gelelim,başta kardeş olan David ve Jennifer'ın akşam başlarına gelenlerle başlıyor.Jennifer o gün okulda tanıştığı çocuğu akşam evine MTV konserini izlemek için davet etmiştir.David ise 1950'lerin sitcom'u olan Plesantville adlı siyah-beyaz diziyi bıkmadan ve tüm repliklerini söyleyerek her akşam izlemektedir.Yanlız tek bir şey vardır.David Plesantville için yapılan yarışmayı akşam izlemek için evde kalmıştır ve ikisininde izleyeceği program aynı saattedir.Salona inerler ve haliyle kumanda tartışması başlar ve en sonunda David elinden kaçırdığı kumandayı en son duvarda parçalandığını görür.Şansın böylesi zil çalar ve kapıdaki televizyon tamircisidir.Kendisi de David gibi Plesantville hastasıdır ve biraz muhabbete başladıktan sonra amcanın gizemli olduğunu öğreniyoruz ve ak sakallı dede kıvamında bir iyilik yapmak ister onlara boyut atlatan bir kumanda verir ve evine ssk maaşını yemeye gider :) David ve Jennifer yine kızışmaya başlayacakken olanlar olur ve kendilerini Plesantville içinde bulurlar.

 Plesantville'e gelince,sadece dizi hayatından ibaret olan bir yer olduğu için ve eski bir dizi olduğundan her şeyin rengi siyah-beyaz ve normal hayattaki ihtiyaçlar ve doğa olayları burada yoktur; tuvalet,sex,evli çiftlerin tek yatakları,bütün kitapların boş sayfa olması,eğlence,üretkenlik,yangın çıkması,yağmur yağması gibi.Tabi David için pek problem teşkil etmiyor hayaline kavuşuyor ama Jennifer tam anlamıyla afallıyor o yüzden normal Dünya'daki gibi davranınca,Plesantville'deki değşimler hemen göze çarpıyor önce okulun basketbol takım kaptanıyla sex yaptıktan sonra bir gül kırmızı rengi alıyor ve ilk defa cinsellikle tanışan eleman da acayip duygular gelişiyor.



 Birazcık anladıysanız hayatta tabu olarak görülen şeyler Plesantville'de,hatta bunu dizi olarak anlatmış ki üstü kapalı olarak neyin ne olduğunu anlayalım diye.Bir toplumun nasıl değiştiği,geri kafalı olarak nitelendirilen çoğunluğun kendi özünü bulması,değişmeden önceki değerleri ve buna adapte olabilmeyi bizlere çok tatlı bir şekilde gösteriyor.Özel efektler konusuna gelince 1998 yapımı bir film için bence çok başarılı.Soundtrack'leri de bir o kadar başarılı eğer rüya gibi bir film içinde gerçekleri yaşayıp,tanık olmak istiyorsanız bence kaçırılmaması gerekenlerden.Bu zamana kadar nasıl izlememişim diye kendime kızmadan edemedim.

En sevdiğim sahne aşıklar tepesine giderken Bud'ın ormandan geçişinde yaprakların pespembe oluşu ulen valla o zamanda yaşamak isterdim ve aşık olmak isterdim açıkçası.

Sizleri "Here Comes The Sun" ile uğurlayalım efenimmmmm

4 Ağustos 2011 Perşembe

Gri Muhabbetler

  Dilin kemiği yok her yere esniyor,hani güzel dilimze söyleniyoruz ya arada sırada! Ya abi aslında öyle demek istememiştim diye fakat burda iki farklı eylem türü gerçekleşiyor.Birincisi aklımızdan istediğimiz gibi işleme almak (her insanın yaptığı) ikincisi ise, dötümüzden anlamak.Neyse bu işin biraz da makara kısmı.

 Asıl değinmek istediğim ise;

İş yerinde olsun,okulda,apartmanda yani insan ilişkilerinin olduğu her yerde "Bok atma" diye tabir ettiğimiz kötüleme,beğenmeme hatta az biraz arkasından konuşma olayına değiniyorum.Fazla uzun bir yazı değil sadece kimlerin ne yaptığını ve nasıl başlarına geldiğini söylemek istiyorum.Eskiler büyük konuşma derlermiş aslında haklılar.Gün olur devran döner :) işin can alıcı kısmı da devamlı etrafımda/etrafımızda dönen olumsuzluk bulutları yani insanlar neden hep kötü kötü kötü düşünüp,kötü yorumlayıp bu güzel havayı bunaltırlar anlamış değilim ve bok attığın kadar da boka batarsın diyorum ben.Neden mi?
 Büyük konuşmanın insanı tepetaklak ettiği gerçeği bir süre sonra kendini mükemmel insan kılığına sokuyor ve üstün insan hataları kabul etmeyip bu sefer diğerlerinin hatalarına takılıp dalga geçiyor ama gel gör ki bir bu kadarı da kendi başına geliyor.Tam açıklamaya gelirsek bok attığın kadar da boku yersin biraz kaba oldu ama yapacak bir şey yok! Çünkü o boku attıysan muhakkak bir şeyler yemişsindir.Kimse durup dururken kounşmaz he boş konuşanı da var,dolu konuşanı da var asıl mesele o doğru konuşmanın direk etki etmesi.

 Güzel sözlere hasretiz.Yıkıcı değil,yapıcı eleştirileri de beklemekteyiz.

 En önemlisi de birazcık olsun güven vermeliyiz

Bir o kadar aktığı gibi,bir o kadar da geleni var

Siz Beğendiniz ;)

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı