24 Ağustos 2013 Cumartesi

Türkiye'nin Jeopolotik Önemi

 Eyy dostlar :) dayanamadım geldim yine. Bir şeyler yazalım çizelim dedik. O da etraftaki rahatsızlığın hiç dinmemesinden dolayı oldu. Gezi Parkı öncesi ve sonrası dikkat edersiniz etraf bir şekilde sakinleşemiyordu. Mısır'ı desen ayrı, Suriye'si desen ayrı. Biliyorsunuz Batı'nın Büyük Ortadoğu Projesi var ama bunu ehemen istediği gibi gerçekleştiremeyeceği için kullanacakları yöntemler çok farklı şekilde olacaktı. Gerçek örnekleri verelim,

 Yabancı şirketlerin Ülke içinde sayısının artması.
 Buna bağlı medya kuruluşlarının da artması
 Yabancı şirketlerin yerli hammaddeyi çıkartması ve işlemesi
 Kendi para değerlerini arttırıp, sizin tekelinizi kırmak
 Darbe eski bir yöntem gelişmiş devletler için, şimdi demokrasi adı altında milleti kışkırtmak


Şirketler adlı bir belgesel izlemiştim. Şu anda kolayca bulabilirsiniz hatta bunun hakkında da bir şeyler yazacaktım ama olaylar o kadar birbiri ile karmaşık bir bağlantı ile bağlı ki açıkçası buna fazla zaman ayıramadım ve her gerçeği öğrendiğinizde yüzünüzün biraz daha düşmesi... İşte bu yüzden yazmaya da ara vermiştim :) Şimdi şirketler konusu şöyle, bizim pazarımıza giren yabancı elemanlar ,şirketler yani yüüzdesel olarak nüfuzları kaç bilmiyorum ama en olmadık şekilde derinlere işlemeye çalışıyorlar. İlk zamanlar Türk ortakla pazara giren şirketler zamanla Ülke içindeki değişimi anlamaya çalışıyorlar.

 Her şeyi bir kenara bırakalım. Jeopolotik önem ta yıllar önce oluşan bir kavram.

 Olay günümüzde YERALTI KAYNAKLARI SAVAŞIDIR.

İlkokulda okuyan çocuklarınıza hala tarih derslerini sudan sebep bahanelerle çıkan savaşlardan sonra böyle oldu diye okutuluyorsa alın onları bir köşeye gerçekleri anlatın lütfen. 106 yıl önce II. Abdülhamit petrol haritası hazırlattığı zaman diğer Ülkeler hemen gözünü bu tarafa çevirdi. Dikkat ederseniz tarih sahnesinde de Osmanlı İmparatorluğu çöküş zamanlarında diğer devletler hep bir isyan peşinde ve halk ayrımcılık istiyordu. Tarihin gerçekleri çoğunlukla saklanıyor. II.Abdülhamit petrol haritasını çıkarttıktan sonra arka planda gizli anlaşmalar oluştu bunun sonucunda ne hikmetse sanki kağıda çizilmiş gibi devletler hemen arazileri paylaştılar.


Petrol o kadar farklı bir kaynak ki olmazsa olmaz bir durumda ve şu anda yeraltı yüzdeleri düştüğü için daha kıymetli ve batı artık doymayan bir yaratık haline geldi. Daha fazla ve daha fazla. Gözleri hiçbir şeyi görmüyor bu yüzden varil fiyatlarını neredeyse sıfır maliyetle kendileri çıkartmak istiyorlar.

 Paranın kontrolsüzce kullanılması ve insani değerlerin günümüzde yitirilip yerine açgözlülüğün gelmesi işte ahlakı kaldıran öldüren nedenlerden biri. Bu yüzden bulunduğumuz konum çok tehlikeli yeraltı madenlerimizin çoğu çıkartılmamış ve bu şimdilerde savaş sebebi. Bor-Uranyum vs. madenler şimdi ve gelecekte çok ama çok önemli birer element. Petrol'ün bitimine yakın bunlar enerji elde etmek için kullanılacaklar.

 Keza su savaşları şimdilerde gizli gizli ilerliyor. Toprakları parçalayıp, önemli su yatağı geçişlerini elde edip onlardan elektrik üretecekler. Neden mi ? Geleceğin teknolojisi Elektrikli Otomobiller :)
Sonra firmalar arasında elektrik istasyonları savaşları başlayacak, pardon başlamayacak onlar zaten bunların da kararını verdiler bile.


 Televizyon izlememeye çalışıyorum. İzlersem de geceleri iki-üç kanal doyurucu programlar yapıyor onları izliyorum. Bunun dışında izlemek isterseniz iki tane belgesel tavsiye edebilirim size. Günümüzde artık devlet politikalarına yön veren yeni yöntem: Şirketlerin büyümesi ve verilen kararları anlatan "Şirketler" belgeseli ve diğeri de "Elektrikli arabayı kim öldürdü?"





7 Ağustos 2013 Çarşamba

Biraz Mola

 Sevgili canlar, cananlar ve dostlar. Blog üzerinde takipçi olanların dışında kaç kişi okuyor veya izliyor bunu bilmiyorum ama burayı ilk yayın hayatına geçirip, şekillendirme işi gerçekten çok keyifliydi. Hayatta yaptığım en büyük hata ise kendimi hep gerçeklerle yüzleştirmem oldu. Toz pembe gözlükleri takamadım, kullanamadım. Kandıramadım, kandırmadım.

 Meğer bazı şeyleri doğru yapmamak gerekiyormuş. Bünyem yoruldu açıkçası. Yazmak çok keyifli bunu inkar etmiyorum :) bünye olarak rahat duramayan bir kişiliğe sahibim, çok farklı işlere dalıyorum ve bu tek kişilik bünyenin kaldıracağı şeyler değilmiş.

 En son gezi olaylarının patlak vermesi de tadımı tuzumu çok kaçırdı.

 İşi balon gibi şişirip, kendine pastada pay almak isteyenler

 Hala ilkokul tarih kitaplarıyle tazecik beyinleri yalanlarla yıkayanlar, hatta komiktir ki ilkokul-ortaokul-lise kademelerinde tarih dersleri hep aynı gidiyor. Birileri demiyor mu bu beyinlere "Savaşlar Ülken'in jeopolitik öneminden dolayı çıktı"

 Milleti yalan dolan haberlerle, photoshoplarla gaza getirenler

 Araştırma ve okuma merakı olmayan toplumun, körü körüne her şeye balıklama atlayıp inanması

 Yeni nesilin (genelleme yapmıyorum) sadece sanal ortamlarda ahkam kesip deli gibi kız peşinde koşup kendi asosyalliklerini kusması buna paralel içinden çıkılamaz durumlardan kendini kurtaramaması

 ve daha fazlası. Herkes kendi küpünün peşinde.

 Ben uzun bir mola veriyorum bu[ara]ya :) sessizlik seven biriyim ve başka projeleri hayata geçirmeye başladım. He arada olur ya, yine dükkanım bu[ara]da :)  döktürürüz bir şeyler. Kalın sağlıcakla. Bir şey olursa aklınıza gelen. Çekinmeyin, yazın, paylaşın.

 Hoşçakalın

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Dünya'da ikilem

 Blog severlerim, canlarım, kanlarım hatta hanimiş annesinin bir tanesi. Gezi Parkı olaylarından sonra ikinci bir yazıyı daha hazırlıyordum ama olayların bambaşka taraflara çekildiği, sadece faşist yapı ile ilgili direnmenin daha sonrasında Ülke içindeki azınlıklarla kapıştırılmasına kadar gittiği için bu konuyu uzatmak istemedik. Kaçtık mı ? Hayır hayır, sadece olanların ne zaman net bir şekilde anlaşılacak bir biçimde bireyler topluluğu çıkacak ? Onu bekliyorum.

 Şunu açık ve net gördüm ki, bunu sakın kötülemek adına anlamayın. 90 jenerasyonundan sonraki hepsi değil tabi ona buna, havadaki martının bokuna bile gaza gelen bireylerin de sosyal medyada neler yaptığını gördüm-dük. Yani "Hadi eylem var" ya da "Haydi gidiyoruz, biraz daha olaylara bakalım" kalabalığı beni ve bizi üzdü. Sadece, ilerde ona buna anlatmak için profil fotoğrafı çektirenler vesaire vesaire. Daha fazlası zaten bizi yoruyor ve işi daha da anlamsızlaştırıyor.

 İçimin acıdığı noktalara gelirsek;

* Tüketim toplumu olduğumuz gerçekten tescillendi. Tamam marka giymek belki önemli ama her yerde Avm olması ve "Tüket" dayatması hiç hoş değil. Maalesef bu kabullenildi. Shopping Fest'lerde milletin başı dönüyor.

* Üretim azaldı. Geçen hafta Cnn Türk'de Para dedektifi programında çiftçi ve tarım ağırlıklı bir program vardı. Savaş sonrası Ülkem için başlıklar "Türkiye bir tarım ülkesidir" başlığı ne oldu da değişti ? Samanın balyasının 20-25 Tl'lere çıkması ve ithal edilmesi göz yaşartıcıdır. Kırmızı etin dışarıdan alınması ve neyle beslendiğini bile bilmeden alınması göz yaşartıcıdır.

 ve en önemlisi de Ülkem Çiftçisinin şartlarının kolayştırılmaması içler acısıdır. Şimdiki ve en son hatta en kritik savaş su savaşıdır. Suyunu bile dışarıdan alacak duruma geleceğiz.

Bunların yanında özkaynaklarımızı kullanamıyoruz. En son İzmir'e yanlış hatırlamıyorsam nikel çıkartılması için koca tanker sülfirik asit götürüldü ve içme suyuna karışırsa, koca İzmir'in halini düşünün. Bunun yanında kaynaklarımızı kendimiz kullanamayıp verilen ihalelerin de yabancılara yaptırılması da ilginç :)

 Tablo korkunç, dilerdim ki sadece sahil kenarında esen rüzgarı ya da piknik en güzel nerede yapılır gibi şeylerden bahsedeyim ama gerçekler de bir o kadar beni kopma derecesinde yırtıyor.

 Akşam akşam kafamıza gelen bir başlık ve daha sonra yanan fikir ampulü ile Dünya üzerinde hep ikili oyunlar işliyor diye bir iddia geldi ve en önemli üç ikiliyi hazırladık belki bakmak istersiniz ya da fikriniz olabilir bunun için.




















 Mor ve Ötesi'nin Yardım Et adlı parçasındaki gibi "Dünya yalan söylüyor"

Hoşçakalın ve sevgiyle kalın

11 Haziran 2013 Salı

Yeniden "Merhaba" Apple

 Apple şu son 8-10 sene içerisinde en güzel en ivmeli senelerini yaşıyor desek yanlış bir cümle kurmuş sayılmayız. Tasarımdan tutun da kullandığınız işletim sistemlerinin pratikliği ve o canlılık sizi bir şekilde kendine çekiyor.

 Forumlarda, sözlüklerde işi olan - olmayan bir şekilde bu camiaya adım atmak istiyor. Mac konularına değinmek istemiyorum orası başka bir kulvar. Bu akşam saat 20:00'da Worldwide developer conference'da Apple muhteşem özelliklerini bizlere bir kez daha gösterdi.



 Günün yorgunluğundan dolayı biraz kestireyim demiştim bir kalktım ve saate baktığımda 20:35î gösteriyordu, apar topar kalktım ve internetten izlemeye koyuldum. Başında neler kaçırdım bilmiyorum ama yetiştiğim bölümlerde MacBook  Air özellikleri bahsediliyordu.




Apple yapılabilecek en iyi noktaları belirlemiş ve başkalarının o noktalar üzerine atış yapmasını gerçekten zorlamış hatta imkansız diyebiliriz :)


MacBook Air pil ömürlerine gelelim;

Görüldüğü üzere 11 inç MacBook Air 5 saatten 9 saate dayanan çalışma performansına erişmiş.


13 inç ise 7 saatten, 12 saate çıkmış. Bu muazzamlığın ötesinde bir iş :)




Bunun dışında başka göze çarpan belirgin değişen özellikler;


* Thunderbolt 2'nin gelmesi ve saniyede 20 Gb veri aktarımını mümkün kılıp, eski teknolojiyi de desteklemesi yani ilk Thunderbolt'u. Bununla beraber USB 3 olması.

* "802.11 ac" denilen yeni wi-fi standartı gelmesi. Bu özellik "n" standartına göre üç kat daha hızlı ve tahmin edildiği üzere daha geniş kapsama alanı demek.


 Sonraki sahne Mac Pro içindi yani Masaüstü Macintosh Pro ve fotoğrafı gördüğünüzde sakın şaşırmayın. Evet bu gerçekten bir masaüstü pro seviyesinde bir Mac kasası :)


Son olarak sizlere IOS 7'den bahsedelim.

İlk görselleri gördüğünüzde sakın garpisemeyin önce bir bakalım neler yeni ve neler yapılıyor ?

* Simgeler çizgi film tadında olmuş, eski ikonlara aşık olanlar yenilerini garipseyebilir hatta sevmeyebilir.

* Multitask yani arka plana atılmış çoklu görevler daha düzenli hale gelmiş. Bana sanki windows phone'dan esinlenilmiş gibi geldi ama Apple en verimli neyse onu tasarlar ve kullanır.

* Control Center'ın daha kullanışlı ve sade olması.


 * Hava durumu ise çok şık olmuş, o an hava durumu nasılsa arka planda yağmur, kar yağması veya gök gürültülü ise şimşek çakması görebiliyor animasyonlu olarak.

* Mesajlar kısmı bana renk ve döşeme olarak yine windows phone'u aklıma getirtti. Bir şey diyemiyorum açıkçası.

* Airdrop özelliği sadece son çıkan cihazlarla çalışacak. Bu diğer akıllı telefonları kıç kıça ( evet bu tarz bir ifade edildi toplantıda :D ) dokundurtmayacak bir teknoloji. Her ios veya mac tabanlı üründen fotoğraf ve diğer bilgileri anında paylaşabileceksiniz.


Son olarak i Works ile ilgili bir şeyler tanıtıldı ve üç tarayıcı (explorer, safari ve chrome) için özelleşirilebilir yenilikler gelmiş. Ben Life paketinden bir şeyler bekliyordum açıkçası belki o da diğer altı ayın sonunda gelebilir.  İnternette yaptığım araştırmalar sonucunda IOS ilk sırada altnda Android ve WP var. Konuşmanın sonlarına doğru ise şu açık bir şekilde söylendi "Android için yazdığınız App'lerin kime gittiği belli değil, bu yüzden IOS'a yazmanız için daha çok neden var" açıklaması yapıldı. Olaylar bunlar herkese iyi güncellemeler, dokunmatikler :)











2 Haziran 2013 Pazar

# Diren Gezi Parkı

 En son bahsettiğimiz olaylar neticesinde yazdığımız blog üzerinden kısa bir zaman sonra Başbakan'ın ve Belediye Başkanı'ndan açıklama geldi.

Burada bahsedilen Gezi Parkı İle yazılmış yazılar kesinlikle taraflı bir gözden sizlere sunulmayacak bunu da aklınızın bir köşesine veya elinize yazın.

 Şimdi bizim kafamıza takılan bazı detaylar var aslında detay da değil :) açıklamalar var buyrun cevab verebilecek olan birileri varsa versin.

(Alıntı haber)

Tamam merak etmeyelim de şimdi sorun şu. Siz bu olayların büyüyeceğin biliyordunuz ve halkın pes etmeyeceğini de biliyordunuz. Aksini düşündüyseniz büyük cahillik. Eğer siz bu ağaçların yüz katını dikecekseniz neden önce yapmadınız ? Yapsaydınız ve bunu bakın işte bunun yerine burayı yaptık deseydiniz belki de halkın tepkisini çekmeyecektiniz veya sadece bir gün bu direnişler sürecekti. Cevap bekliyoruz 1


Şimdi size iki tane haber başlığı göreceksiniz ve bunların altını çizdiğim yere dikkar edin. Kafa karışıklığı yok sadece iyi okuyun ;)

İlk haber'de "Yapılacak" yer alıyor.





İkinci haberde ise,







Dilek şart kipi kullnılmış. -se , -sa  dilek şart kipi'ne kafası basmayanlar ise tıklasın

Yani kafa karışıklığı çok bu[ara]da. Fakat şöyle de bir şey var insan güvenemiyor. Günümüze baktığınızda kapitalist sistemin etkisinde her yer. Belki Küba hariç :) (Helal olsun Küba'ya) Bugüne kadar lafın gelişi olarak söylüyorum iki adım yanıa AVM onun yanına yine AVM yapıldı. Bunun en büyük örneği ise İstanbul Bakırköy'de Carousel AVM'nin yanına dikilen Capacity AVM.


Hani hastane olur eyvallah bak bunu da kabul ediyorum. Karşısına tamam sadece burada böyle :D belki aradığın ilaç yoktur yandakinde vardır tamam çünkü bu sağlık şakaya gelmez. E abi iki tane çok afedersiniz ya da mahvedersiniz sevgili blogcular iki tane yanyana AVM dikmenin mantığını bana açıklayın. Açıklayın nur tanesi gözelerinizden öpeyim hemen.

Pisa kulesinin yamukluğuna gülen ergen gülüşü atacağınıza bu iki mantıksızlık arasında dötünüzle özen göstererek gülebilirsiniz.

Hani bahane şu mudur ? Yeaaahu geçen kırmızı kazak arıyordum bulamadım hemen karşıya geçtim yandaki AVM'den aldım. Biz de bravo iyi bok yedin deriz. Zaten farkındaysanız yazdım, çizdim.

Az kalsın unutuyordum, bunların arkasında sahilde kalan bir de Galleria AVM var. Biz Fame City için küçükken oraya gidiyorduk (sümüklü sümükü) Şimdi oranın hadi bahanesini yok sayalım. Neden ? Zaten 90 zamanında Bakırköy'ün tek AVM'siydi. ondan çoğunluk oraya gidiyordu.  Şimdi size Carousel ile veya Capacity AVM arasındaki zaman ve km bakımından mesafeyi yayınlıyorum;




















Cumartesi (1 Haziran 2013) öğle saatlerinde Başbakan bazı açıklamalarda bulundu. Bunlardan kafama takılanlar;

*Biz halk için hizmet veriyoruz. Rant yok ! Rant Halkımıza var.

- Hiç mi rant yok ? Diye sorasım geliyor, etrafınızda yeni yapılan yapılara bakın ve neden hepsinde insanlar oturamıyor bunun cevabını da bana verin.

* Zekeriyaköy'de zamanında Üni yapılması için ağaçlar telef edilmiş. O zaman belediye başkanı olduğu için kimse dinlememiş.

-Tamam burada bir şey diyemeyiz.

* Gerekli ağaçlandırma ve fidanlar dikiliyor denildi.

- Ben de genelde şunu görüyorum. Güzelim çiçekler laleler peyzajlama için yol kenarlarında egzoz gazları içinde ölüyor. Neden insanlar tarafından da gezilecek bir lale tarlaları yok ? İkitelli tarafında boş bir arazi var orası bildim bileli botanik park olacak da ne zaman olacak bekliyoruz ? Buralar yeşillikler ve madem lale düşkünlüğü var ve Hollanda'ya kaptırdığımızın acısını alacağız o zaman buralar değerlensin.

- Bunlar zor geliyorsa şöyle de yapılabilir, her vatandaşa fidan verin. Bir alan belirleyelim herkes buraya diksin. Bu da mı çözüm değil.

Bkz. Bu da mı gol değil hakim bey ?

Kontrolsüz güç, güç değildi ya e peki polisimizin yaptığı için ne denilmeli ? ki akabinde diğer açıklamayla bu kabul edildi (Polisin fazla güç ve biber gazı kullanıldığı kabul edildi) İş işten geçtikten sonra. Malesef "sonralar" hayat kurtarmıyor.

Önceki yazımda Otel ihtiyacı olarak bahane sunulabilir demiştim. İlk öğlen açıklamasın böyle bir konuşma oldu. Tamam otel açlığı olabilir ama sen bunları şehrin mimarisi ve trafik durumuna göre serpiştiremez misin ? Yan yana büfeler, yan yana spor mağzaları, yan yana lokantalar, yan yana oteller.

Hatta aklıma güzel bir parça geldi sizlerle paylaşıyorum,

Yan yana aşkım yan yana
Kim tutar seni bas gaza
Araziler senin yan yana

Sevdiğim güzel bir açıklama daha;

CHP Doğu'da ölen gençler için kılını kıpırdatmıyor ama BDP ile kol kola geziyor şimdi.  Şimdi bu işin başka tarafı işte, bu ekmek kopartmak isteyen bir hareket. Milletin olayı Gezi Parkı'nı vermemek ama sen gelip olayın yönünü değiştirmeye çalışırsan olmaz.

Gelelim Milleti coşturmak için yapılan yalan haberlere;

Gezi parkı yalan haberleri

Gezi Parkı için ortaya atılan iddialar içinde Bülent Arınç geçiyordu bakın kendisi Twitter'dan ne demiş;


Polisin köpeğe sıktığı biber gazı fotoğrafı,

Bu gerçekten gülünecek bir haber :) Yani bunu provakatir haber için uğraşmadan yapmışlar. Bazı yerlere buğu koymuşlar falan işin bir diğer ilginç tarafı ise zenci polis.


Köprüden geçen (Göya geçen) destek gurubu;

Açıklama yapmaya gerek var mı diye soruyorum bunun için ?



Kerem Can Karakaş adlı kişinin çarpıtılan haberi;

Biber gazından öldüğü söylendi, halbuki yine açıklama yapmadan elimizdeki kanıtı sizlere gösteriyoruz;






Gezi Parkı direnişi oldu sırada başka bir şey oldu mu sizce ? Bakın ne oldu;



Alıntı haberdir. Detayına gitmek için ; Bana tıkla

31 Mayıs 2013 Cuma

Bakalım neler oluyor ?

 Sevdicekler ve saydıcaklar, uzun uzun aralar vererek yazıyorum farketmişsinizdir yazıları. Sebebi ise artık bu blog'u bir web sitesine dönüştürme fikri ve başka yan projeler. Burası tamamen ölmeyecek tabi ama biraz daha az yazılacak. Çünkü doğduğumuz yeri unutursak, biliyorsunuz ki bizi eşşekler akabinde ise gergedanlar kovalar.

 Oto+AVM+Gezi = Park mı?

Başlığın karekökünü alsak da bu sorunun cevabı belli değil ama kafamızdaki kurtları bir dökelim.

Tarihine bakıldığında;

1806 yılında Halil Paşa Topçu Kışlası adıyla Osmanlı, Rus ve Hint mimarisinden izler taşıyan büyük ve ihtişamlı bir topçu kışlası yapıldı. Kışla binası pek çok savaş gördü. Özellikle, 31 Mart Olayları'ndan sonra önemli hasarlar aldı ve onarım bekledi. Ancak mimari ve tarihi açıdan önemine rağmen kışla, 1940 yılında dönemin İstanbul Valisi Lütfi Kırdar tarafından, Henri Prost'un hazırladığı imar planı çerçevesinde yıktırıldı. Kışla yıkılmadan önceki yıllarında, içindeki alan düzenlenerek Taksim Stadı olarak spora açıldı.

Şimdi bugünkü halinde tabi değişmez ise.  Duyarlı halkımız belki birhaftadan beri değişime direnmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Neye karşı ? 

Pis ve engel bilmeyen kapitalizm denen kalıba karşı. Şimdi dönen tilkilerden ötürü şunlar geldi aklımıza;

* Türk mantığı ile hareket edildiği üzere Taksimin dört bir yanı ve yabancı odaklı turist popülaritesini bir nebze olsun rahatlatmak için, otel yapılabilinir. Yanyana eczane açabilen başka bir Ülke de görmedim :)

 Yok hayır yayalaştırılacak deniyor fakat sizin elinizden alındıktan sonra ne yapılacağına sadece baştakiler karar verebilir. Bkz. keyfimin kahyası 

* Yayalaştırma yapılacaksa o zaman kaldırım taşlarını değiştirin veya zemine farklı yollar çizin. Zaten kaldırım yapmayı çok seven bir millet görmedim. 

* AVM olacaksa, zaten bu işlerde kara parla tonla dönüyor. AVM'lerin hali içler acısı. İnsanlara marka adı altında her şeyi getirdiler ama alan tayfa belli. Hani kıçıma CK don giyince özel güç sahibi olmuyorum veya kıçımın şekli de değişmiyor (korse hariç) markalaşma adı altında yozlaştırılıyoruz, zaten genel kültürü sevmeyen çoğunluğa sahibiz. 

* Son aklıma gelen ise çeşitli irili-ufaklı standlar açıp (bu standları da biliyorsunuz kimlerin açacağını) burasını daha bir parasal alana dönüştürmek. 

Direnen grup için veya en ufak bir olayda maruz kalınan biber gazı için çözüm önerileri sunuldu. İşte onlardan biri de ;



















 Yani işin özünde, gezi parkı para getirilecek bir hale dönüştürülecek. Ölü bir arsayı kapitalizm sevmez ;)

En eski hallerinden birini ekleyeyim, silinmezse hiç olmazsa buraya bakarsınız.













2013 Dünya Çevre Günü

Bisikletliler derneği tarafından düzenlenen geleneksel "Dünya Çevre Günü" 2 Haziran 2013'de saat sabah 9:40'da Taksim Meydanın da başlayacak ve çoğu kişiye rüya gibi gelecek olan Boğaz Köprüsü geçişi var :) internetten daha önceki videolara bakarak nasıl bir his olduğunu hemen hemen anlayabiliyor insan. Şimdi diyeceksiniz "La oğlum bisikletle köprüyü geçiyorsun, ne heyecanı var?" Öyle değil işte :) 

Murat Dostel adlı bir arkadaş meşhur video kanalında bir video paylaşmış. Biz de sizlerle paylaşıyoruz bu görüntüleri. İşiniz yoksa Pazar bekliyoruz heaaa ona göre (erken kalkacaksınız ama buna kesinlikle değer) 

 

İyi hafta sonları, iyi pedallamalar ve her şeyden önemlisi iyi bir düzen içinde yaşamamız dileğiyle 

16 Mayıs 2013 Perşembe

Durdurulamaz sololar

 Mart Ayı sonlarına doğru hazırladığımız Joe Satriani ile ilgili yazımızdan kısa bir süre sonra. Dünya Turu kapsamında Ülkemize geleceğini öğrendik :) havalara, karalara, damlara uçtuk diyebiliriz.

 Hem yeni albüm de çıkmış olup,dinledik. Unstoppable momentum adını almasında haklı sebebi var haliyle tüm parçalar dinlerken durdurulmaz bir şekilde kayıp gidiyor. Albümün nasıl bittiğini anlamadım açıkçası. Diğer albümlere göre Satriani soundu yanında yine enerjik parçalar. Aslında spor yapan ve solo seven biriyseniz kesinlikle çalma listesine hepsini eklemenizi tavsiye ediyorum.













 Bu hafta yüzümüzü güldüren olay ise Joe Satriani kendi facebook sayfasından Türk hayranlarına Türkçe seslenmesiydi. Alla alla n'oluyoruz derken, resmi sayfasında olduğunu farkettiğimde hakikatten işte "Adamın dibi" ünvanını aldı :D










Konserden bir gün önce yani 17 Mayıs'da saat 16:30'da Mephisto Kitapevi'nde imza günü var hayranları kaçırmasın. Tabi nasıl bir kalabalık olacak tahmin edemiyorum :)















18 Mayıs günü ise büyük şölen büyük gün üstad sahnede olacak aksilik olmazsa. Umarız Steve Vai gibi bel ağrılarına mağruz kalmayız :)
















Albümde en dikkat çeken parçalarıalbümdeki düzene göre sıralarsak;


1. "Unstoppable Momentum" 
6. "A Door into Summer" 
8. "Jumpin' In"  
9. "Jumpin' Out"           
10. "The Weight of the World" 


Özellikle Jumpin' In - Jumpin Out parçalarındaki bas ritimleri çok hoşuma gitti :)

Sizleri Albümün arka planını anlatan bir video ile başbaşa bırakıyorum.


 

26 Nisan 2013 Cuma

Daha çok pedal

 Ülkemizde eskiye nazaran biraz daha bisiklete ılımlı yaklaşılınıyor. Geçenlerde sahil yollarına bakarken gördüğüm sırt çantalı çocuklar ve altlarındaki bisikletler gerçekten sevindiriciydi. Bunun yanında hala önemli güzergahlarda bisiklet yollarımız yok. Bu kadar güzel gelişmelerin yanında bazı dört teker kullanan bireylerden de anlayış bekliyoruz. Bazıları hala sizi bir tehdit ya da altınızdaki iki tekeri sanki ezik malı ya da parasızlıktan bunu kullanıyor gibi bakıyor. Bu bakış veya düşünceler aslında ortaya zekasızlığı koyuyor, sıfır karbon salınımı ve haliyle doğayı en az seviyede kirletme, trafik sorunu olmuyor.

 Hala inatla ulaşım konusunda sıkıntı çekmediğimizi düşünen varsa kendilerini özellikle Çarşamba günleri Florya - Zeytinburnu sahil yolu güzergahında gezinmelerini tavsiye ediyorum.

Bunların dışında bisiklet dernekleri daha fazla görev almaya başladı. Otobüslerde belli saatler arasında ücretsiz taşımalar oluyor. Hatta Ulusoy ve Varan bagaj kısmında bisiklet taşıma sözü verdiler. Bazı bisiklet severler Kamil Koç'unda bunu yaptığını belirttiler.

Bisiklet kullanımının yagınlaşması için yeni bir proje daha hayata geçirildi: "Bas Pedala" Siteyi kuranlara sorduğum sorular için basın bültenindeki açıklamayı verdiler;

"Dünyanın bisiklet dostu kentleri, belgesel dizi oluyor.
Bas Pedala, bisiklete özel bir medya platformu. Platformun ilk projesi ise "Bisikletli Kentler" belgesel dizisi. Bu dizi kapsamında, "Dünyanın En Yaşanabilir Şehirleri" arasında gösterilen ve "En İyi Bisiklet Dostu Şehirler" listesini oluşturan 20 dünya kenti, Türkçe ve İngilizce olarak izleyiciye tanıtılacak.

Proje herhangi bir gezi belgeselinden farklı olarak, Türkiye'de bisiklet kullanımının yaygınlaşmasına katkıda bulunmayı hedefliyor. Bisikleti günlük yaşamda kullanan birbirinden farklı insanlar, değişik bisiklet türleri, bisikletin kent ile olan sosyal ilişkisi, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının proje ve görüşleri... Farklı anlatımıyla benzer belgesellerden ayrılan proje, bisiklet ve şehir odaklı insan hikayeleri üzerinden kentleri tanıtmayı amaçlıyor. Uluslararası bağlantılarla desteklenen proje, aynı zamanda bu alanda yapılacak ilk organize medya çalışması olma özelliğini taşıyor.

"Bas Pedala: Bisikletli Kentler" dizisinin ilk konuğu Amsterdam. Bas Pedala Platformu’nun kurucuları, Amsterdam gezisini gerçekleştirip ilk bölümü hazırladı. Bölüm fragmanı, sosyal medya üzerinden dolaşıma sokuldu. Yayın hakkında ayrıntılı bilgi önümüzdeki haftalarda duyurulacak. İzleyiciden gelecek ilgi ve destek, projenin devamlılığı için belirleyici olacak"


 Sitenin zaten sonuda yer alan TV kısmı ise anlayacağınız üzere görsel ya da videoların daha çok döneceği bir platform tabi ki kuru kuru video olmaz arada yazılı yayınlar da olacak :)

Bisikletli kentler başlığı adı altında başta Amsterdam olmak üzere “Dünyanın En Yaşanabilir Şehirleri” arasında gösterilen ve “En İyi Bisiklet Dostu Şehirler” listesini oluşturan 20 dünya kenti, Türkçe ve İngilizce olarak izleyiciye tanıtılacak. (Alıntı)

 Şimdilik Amsterdam tanıtım filmi internete konuldu yaklaşık iki dakikaya yaklaşan bir bir video ile kısaca Amsterdam'ın bisiklet hayatına gözleri çeviriyor. Desteğimiz tam, umarız günün birinde birileri biraz akıl ortaya koyar da bu iş için bisiklet yollarını yapar ve önemini arttırır.

Tanıtım videosu burada diğer linkler de videonun altında. İyi pedallamalar ;)



Ana sayfa: http://www.baspedala.tv/

Blog: http://baspedalatv.tumblr.com/

Facebook: https://www.facebook.com/baspedala

Twitter: https://twitter.com/baspedala

19 Nisan 2013 Cuma

Eskiden bu vardı (Solo Test)


 Küçüklüğümüzde seyahatlerde yanımıza aldıklarımızı düşündüğümde, walkman, iskambil kağıdı, dönemin çizgi karakterli oyun kartları (hatta futbolcu kartları) tasolar belki şanslıysak tetrisimiz vardı. Arada başka çocuklardan çok nadir de olsa enteresan oyuncaklar veya oyun fikirleri çıkıyordu. Bunlardan birisi de Solo Test'tir. Solo test ilk başta bakıldığında anlam verilmeyen sadece amacı piyonları eksiltme gibi gözükse de amaçları söylendiğinde sizi baya düşündüren bir oyuna bürünüyordu. Yuvarlak delikli bir tablanın içindeki piyonları birini diğerinin üzerinden atarak eksiltiyordunuz ve bunu çok akıllıca yapmanız gerekiyordu. Oyun sonunda kalan piyon sayısına göre çeşitli ünvanlar kazanıyordunuz. En son oynadığımda 14 yaşındaydım. Geçen hafta "Acaba nerde bulabilirim? Bulsam da ne kadara satarlar" Derken, nihayetinde bir dükkanda satıldığını gördüm ve dünyalar benim oldu :D her akşam evde deliler gibi oynuyorum. Belki o özlem belki de eskiye zamanları istememiz.

Unutmadan piyon sayısına göre puanları ve ünvanları yazayım;

9 Piyon 0 puan - Beyinsiz
8 Piyon 25 puan - Gerizekalı
7 Piyon 50 puan - Aptal
6 Piyon 75 puan - Tecrübesiz
5 Piyon 100 puan - Normal
4 Piyon 125 puan - Başarılı
3 Piyon 150 puan - Kurnaz
2 Piyon 175 puan - Zeki
1 Piyon 200 puan - Bilgin (Karakter fotosu da Einstein :D )




28 Mart 2013 Perşembe

Teşekkürler

 2008 Senesi ile başlayan bu blog macerası ilk başlarda biraz durgundu, hatta belli bir konseptimiz bile yoktu açıkçası. Daha sonra ne yapılabilir ? gibi basit fikirle biz de eteğimizdeki taşları döktük. İlk başlarda normal seyrinde giden ziyaretçi ve takipçilerimiz zamanla arttı. Sabit ziyaretçi olarak on kişi var ama okuyucu kitlem her ay-hafta değişmekte.

 Bu yüzden sizlere, blog severlere, okuyan veya katkısı bulunanlara çok teşekkür ediyorum. Şimdi 20.020'ye ulaştık. Daha nice 40.000'lere :)

Esen kalın, sevgiyle kalın


24 Mart 2013 Pazar

Solo Bereketi

 Gitar virtüözleri arasında sadece Satriani denilince bile hoop kafayı çevirip "Acaba ne oldu?" bakışı gelmesi en tahmin edilebilenlerdir.

 14 Temmuz 2007 tarihinde İstanbul'a geleceğini öğrendiğimizde inanamamıştık. Hani ilk Steve Vai konserine giden arkadaşım için "Ulen yine iyi kötü gördün birini" diyip kendimizle eğleniyorduk ama bu sefer Joe Satriani geliyordu be kardeşim. O zaman en taze albüm 2004 çıkışlı "Super Colossal" albümüydü. Albüm gerçekten harikaydı dedik of of döktürecek eğleneceğiz ...

 Tabi enteresandır o zaman hiç bir virtüöz'ün performansına gitmemişim, biraz garip gelmişti. Hani söz yok ki (bazı parçalarında söz var) adamla eşlik edip söyleyesin :)  yine bu konserde zaten ilk defa bu konserde böyle bir kitle görmüştüm. Nasıl bir kitle :D yani birileri yine kalabalık bir grup olarak geldi ve sanırım sağdan soldan duyarak gelmiş olacaklar ki baktılar baktılar söz yok, adam gitar çalıyor :D kafada soru işaretleri var gibi uzadılar gittiler.  O günde enteresandır Şebnem Ferah oradaydı, normal senin benim gibi ortalarda bir yerlerde takılıyordu. Performansın sonuna doğru doğum gübü olduğu öğrendik ve güzel bir pasta yaptırılmıştı kendisine, gitar şeklinde miydi ? Orasını net hatırlamıyorum açıkçası.

 Sene oldu 2013 Joe Satriani 7 Mayıs'da raflara ekleyeceği yeni albümünü "Unstoppable Momentum" da taze taze bizlerle olacak bakalım nasıl bir albüm olacak ? Dinleyip göreceğiz. Merak edenler varsa yeni albümün tracklist'i yazalım hemen;

01. unstoppable momentum
02. can't go back
03. lies and truths
04. three sheets to the wind
05. ı'll put a stone on your cairn
06. a door ınto summer
07. shine on american dreamer
08. jumpin' ın
09. jumpin' out
10. the weight of the world
11. a celebration


İsimlere bakıldığında enerjik ve sert bir albüm olacağa benziyor ama sadece tahmin tabi. Bunu neye dayanarak söylüyorum ? Genelde Satriani olsun Vai olsun arada başka temalara dalarak sakin bir sound yakalıyorlar ertesinde gerçekten hareketli albümler çıkıyor. En son çünkü Satriani'nin çıkardığı albüm "Black Swans and Wormhole Wizards" albümü sakin sakin ilerliyordu. 2007'de ilk konser sonrası da Aşık Veysel parçasını yazması da ayrı bir lütuf. Kendisine teşekkür ediyoruz. Keşke gelen her sanatçı veya grup böyle kültürel özellikleri irdeleyip çalışmalarına aktarsa.

 Sizi bu yazımızda üç parça ile uğurluyoruz efenim. Aksilik olmazsa konserde görüşmek üzere;

Made of Tears



Theme For A Strange World 

 


Aşık Veysel

 

 

21 Mart 2013 Perşembe

Gülelim gülümsetelim

 Melis Danişmend üç nokta bir gurubundan sonra solo çalışmalara yer verecğini açıklamıştı. Bunun ilk meyvesi "Daha Az Renk" Albümü ile gelmişti. Konserler sonrası koca bir seneyi yedikten sonra yapılan açıklamada ikinci albüm daha neşeli olacak sözü vermişti. İlk albümde fazla karamsar bir hava yoktu fakat sözler bir başkasından alınacak intikamları göstereceğe benzediğinden işin o tarafı ağır basıyordu. Normalde karamsar bir aşk albümü yaptığınızda insanın içine sıkıntı basıyor ama bu[ara]da en büyük fark kullanılan enstrümanlar.

 İkinci albüm 2013 tarihli "Biraz Daha Gülmek İstiyordum" ismiyle piyasaya çıktı. Albümdeki parçaların sözleri biraz daha hafif geldi ve kullanılan entrümanların uyumu yaklaşan baharı çağrıştırıyor gibi :)

 Albüm dokuz parçadan oluşuyor. En göze çarpan parçalar ise; Masa, erik, gölgemde dinlenmeye gel ve sükut.





İlk klip ise Masa parçasına çekildi. Sözleri de başarılı olan masa klibi ile bırakıyorum sizi. İyi izlemeler.

"Aslında içinde bir yerlerde makul bir insan var
  Ama duruyor oyle kim bilir neye yarar"







17 Mart 2013 Pazar

Görmek için


 Bu yazımız biraz toplumumuzu olabildiğince objektif bir biçimde ele almak. Bir açıdan ne kadar çok düşünce ve ayrıntı çıktığını gördüğünüzde şaşırabilirsiniz hatta ben de bu yazının nasıl başladığını kafamda tasarladığımda şaşırmıştım kendime.

 "Görmek Önemlidir"

 Yener Kızılkaya

 Yener Kızılkaya İstanbul - Bakırköy'de bir dersanenin geometri öğretmeniydi. Sayısal derslerden de pek hazzetmem açıkçası ama geometri ve fizik derslerini beceremesem de ayrı bir seviyordum. Geometri öğretmeni de hep soruları çözerken "Görmek Önemlidir" Derdi. Gerçekten de öyle o açıları veya üçgenler içinde üçgenleri bulmak "Bakmak" ile olacak şey değildi.

 Görmekten bir başka ele alacağımız konu ise toplumumuzun en kolay işi nasıl sindiremediği veya koyun misali çobanın devamlı dürteceğini anlatmak. Efendim şimdi sokaktaki insanlara baksam hadi asdece önüne bakarak yürüyenleri bir kenara koyarsanız telefonla bile konuşurken yürümeyi beceremeyen insanlar var. Tamam o esnada kim bilir neler konuşuyor ? Fakat etrafını görmesi de gerekmez mi ? Beden dili olarak şu sinyalleri verdiklerini anlıyorum. Kafam zaten yerde (Başka bir işle uğraşıyorum) en kötü birisi dürter ben yoluma girerim. Bu cep telefonu icat edilmeden önce de böyleydi, insanımız alışmış devamlı dürtülmeye. Üzüldüğüm nokta da burası.

 Hatta telefonla konuşup, yürüyemeyen bir toplumun trafikte araba kullanamamasını da eleştirmemek lazım. Kızmayın sakın. Bazen ben de bu hataya düşüp, kızıyorum ama kızmamak lazım. Hatta en komik durum ise araba kullanan insanların trafikte birbirleri ile takışması. Evet farklı araçları kullanıyoruz, fakat trafikteki kurallar herkes için aynı (Acil durum halleri hariç) Türkçe konuşuyoruz ama anlaşamıyoruz. İnsanlar en kolay yoldan kestirip "Eğitim Şart" kalıbını söylüyor da o eğitimi veren yer var mı acaba ? Herkes bir yerlerden kaçıyor, bilgi vermeyi ve bireyleri eğitmekten kaçıyor. Sonucunda ise bir şey bekleniyor. Yani vermeden almak günümüzde adetten olmuş.

 Kendinizi tembel bir çiftçinin yerine koyun. Toprağa bir şey ekmeden bir hasat zamanı bekleyin. O zaman ya toprağı ya da yerden bitmiş yeşillikleri yiyeceksiniz. Yok ben hazırcıyım başkalarının yetiştirdiklerini yerim derseniz de bu işi layıkıyla yapamayanlara da kızmayın lütfen. Konudan fazla sapmayalım, basit bir iş üzerinden çıktık nerelere geldi değil mi ? Malesef biraz görme yeteneğimizi geliştirmemiz ve bakış açılarımızı değiştirmemiz gerekiyor. Geç kaldık ama nereden dönsek kardır diyoruz.

 Hoşçakalın, sevgiyle kalın :)

10 Mart 2013 Pazar

Eskilerin adam olma kriterleri

 Efendim eskiler eskiler eskiler, günümüzün şu kaos ortamı veya samimiyetsizliği ya da ben böyle mi görüyorum artık bilinmez ama gelen gideni aratıyor şerefsizim. Yani aracından tut, trafiğine sonrasında efendim mimarisinden işleyişine kadar bir özlem var.

 Belki hala yeni doğan her bireye doğduğundan itibaren "adam olsa bokunda boncuk bulurduk" serzenişi oluyor, tabi yaramazlık safhasında :D Küçükken bu lafa alınan biri olarak hep üzülürdüm. Ulen derdim adamlara bak demek bunlar bu yüzden şanslı falan tabi olayın ne kakayla ne de boncukla olduğunu gördük. Söylemek istemezdim ama her kapıyı açan kağıt parçasına tapma başlayınca istediğiniz yerde olabiliyorsunuz.

 Şimdilerde bazıları hariç, çoğu kanal evlerdeki ve yarışmalara hatta oturumlara katılan insanlarla dalga geçme modunda. Aklı başında program sayısı az efendim.

 Eskiden bir Barış Manço abimiz vardı. Yaşları çok da ufak olmayan bücürükleri alır, onlara yediği yemekleri ve faydalarını sorardı. Hatta ilk çıktıklarında adet böyleydi şarkı söylerlerdi. Miniklerin o verdikleri enerji, heyecan onları izleyen anne-babaları ayrı bir sevindirirdi. Ben de göya katılacakmışım "Adam Olacak Çocuk" programına ama mektup gitmemiş mi, yoksa program o zamanlar ( Örnek olarak bir sezonda 45 çekim) belli bir çekim sınırına takılmış mı öyle bir şeyler olmuş gidememişim.


Eski jenarasyonların adam olma kriterlerinden sadece birincisiydi bu. Gelelim ikinci olan "Bokunda boncuk bulurduk" kısmına.

  Adam olsak bokunda boncuk bulurduk sözü anne babaların (daha çok anne) en sevdiği moral bozma lafıdır. Siz o minik yeni yetme tavırlarınız ve yaramazlıklarınızla onların aklını birbirine vurdururken işin içinden çıkılmadığında "Yangın ve tehlike anında camı kırınız" acil müdahalesi ile aynı değeri taşıyordu tabi laftan anlayan bir çocukluğunuz olduysa. Ben burda kendimi övmüyorum zaten ne programa çıkabildik ne de bizim bünyemiz boncuk üretebildi. Keza yeri geldi laf işittik yeri geldi annelerin o meşhur fırlattığı frizbi misali terlikleri de yedik :D :D

 Bu laf bana hayatımda diğer işittiklerimden daha ağır gelirdi, hani yaramazdım biliyordum ama diğer yaşıtlara bakınca hele ilkokulda önde sınıf başkanı diğer tarafta başkan yardımcısı. Öğretmenin oturduğu tarafta kütüphane kolu. Bana gel "Beslenme kolu" :D ama gün geldi yeşilay ve hava gözlem kolu oldum. Bir Allah'ın kulu da demedi ya bilmem ne "Yarın hava nasıl olur, ne giyelim ?"  :D gülmekten yazamıyorum kusuruma bakmayın blogcular.

* Dayanamadım sonunda bir araştırma hastanesine gidip neden bünyemin boncuk üretemediğini sordum. Yapılan analizler ve tetkikler sonucunda kimsenin buna uygun olmadığını öğrendim. Oh dedim nefes aldım, sana kek yaptım. Meğer benim bünye inci üretiyormuş, inci tanesi nur tanesi diyerek kıymetli taşlar mağazası açarak ticarete daldım. Ticaret ise bana daldı sonra :) şaka şaka ne incisi ne boncuğu.


 Velasıl kelam 80-90 jenarasyonlarının adam olma kriterini belirleyen önemli iki başlıklarıdır bunlar. Eğer sizin aklınıza gelen bir şeyler olursa çekinmeden yazabilirsiniz. Bugün Pazar ve herkese keyifli pazarlar diliyorum.

27 Şubat 2013 Çarşamba

Perde Açılıyor

 Politik ve birazda sistematik bir sitemle ne zamandır güzel bir belgesel bekliyordum ki sonunda dualarım kabul oldu.

  Oscar'lı yönetmen Oliver Stone'un üstlendiği on bölümlük belgeselin içeriğinde Dünya tarihini şekillendiren olaylar, skandallar, komplolar ve dahası bizlerle olacak. Merak ettiğim konu ise taraflı mı yoksa klasik Amerika'yı yüceltici bir yapıt olacağı.

 Oliver Stone'un yapıtlarına bakınca da ister istemez bu belgeseli yapması şaşırtmadı açıkçası. Buna paralel önemlileri sıralarsak;

Geceyarısı Ekspresi (Senaryo yazarı) 1978
JFK (1991)
Nixon (1995)

Zaten şu üçü hakkında adam gibi araştırma yapıp film çektiyseniz, sonrasında ruhunuz rahat durmaz benzer veya mesaj veren illa ki başka yapıtlar ortaya koymak istersiniz. Mesela kendimi örnek verebilirim, bekli film çekmedim ama bu şüpheli ölümlerden sonra devamlı bir yazı yazma isteği oluşuyor içimde. Örnek vermek gerekirsek; JFK ile ilgili yapıtları 13-14 yaşında izlemeye başlamıştım sonrasında bu işlerin Dünya düzeni olduğunu anlayınca ne kadar da berbat bir işe ilgi duyduğumu anladım. Mutlu insan aptal insandır lafı vardır ya işte bazen bu tür işlerin içine girince ve artık oyunların bir sonraki hamlelerini bile anlayınca yüzünüzdeki gülümsemeler yerini surat asıklığına bırakıyor.

 Neyse bu on bölümlük belgesel NTV ekranlarında 3MART PAZAR Saat 22:00 itibariyle başlıyor. Belgeselin Türkçeye çevrilmiş adı ise "ABD'nin Gizli Tarihi" fakat yok ben illa bir yerden bulur, izlerim derseniz "Oliver Stones Untold History Of The United States" ismiyle bulabilirsiniz.



 Tanıtım videosunu eklemek istiyordum ama başta en popüler video kanalı bile kendi sunucusundan kaldırmış. Demek ki birileri gerçekten rahatsız olmuş :)

Ne diyelim illimunati ile kafayı yemek istemeyen biraz daha olayları anlamak isteyenlere şiddetle tavsiye ediyoruz.

Hoşçakalın.



10 Şubat 2013 Pazar

Çizelim Sosyalleşelim

  Mobil (gezici) olma konusu eskiye kıyasla oldukça zirvede. İster telefon uygulamaları olsun ister mobil internet ve oyunlar olsun şu anda en çok pazar payı bu kategoride. Unutmadan, tabletler bu pastada en büyük dilimi hak ediyor. Mobil platformların kategori ayırtetmeksizin zirve yapmasında insanların devamlı paylaşma güdüsü yatıyor. En basit örnekle facebook'ta paylaşılan sürüyle kişisel fotolar veya ne yaptıklarını duyurmak gibi.




 Firmalar boş durmadan hemen bu paylaşım kazanına kendi kazanlarını da eklemeye başladılar. Önce foursquare (yer bildirimi) adlı programı gördük. Daha sonrasında insanların devamlı kaynaşmasını sağlayan ask.fm (soru sorma kanalı) ve formspring sayfalarıyla tanıştık. Aslında sıralamaya kalksak şu anda yüzlerce hatta binlerce bunlara benzer yazılımlar cirit atıyor.  İlk çıktığında gazetecilerin özellikle haber alışverişi için kullandığı twitter bugün amacının hayli ilerisinde desek yanılmış olmayız.




  Gelelim asıl meselemize, yine sosyal bir uygulama olan "Didlr" adlı mobil platforma. İşleyişi ve kullanması biraz farklı olan Didlr aslında bir sosyal ağ çizim programı. Basit bir renk paleti ve fırça ile içinizdeki sanatçı ruhu konuşturup Didlr halkı ile paylaşıyorsunuz hatta arkadaşlarınızı da davet edip devamlı çizmeye endeksli bir dünyada yaşıyorsunuz. Twitter ve paint programlarını birleştirin ve karşınızda Didlr.  Basit ama çok etkili. Görüşmek üzere ;)



 Uygulama o kadar popüler ki sadece tek platform içerisinde yer almıyor hatta tabletlerde de kullanıldığından, yetenekli kişiler sanatını mobil platformda da konuşturuyor. Gözümüze çarpan güzel çizimleri sizlerle paylaşıyoruz;





















26 Ocak 2013 Cumartesi

Taze Klip çıktı

 Wax Poetic'in en sevdiğim yanı İstanbul'a dair izler taşıması. Yani sözlerin veya kliplerin. Bunda tabi İlhan Erşahin'in payı büyük :)  Son albümleri için internette deli gibi klip ararken (canlı performanslar hariç) en sonunda "No Escape" klibini buldum. Akustic versiyonu da orjinali kadar iyi olan ve İstanbul/İstiklal'de canlı performans olarak kaydedilen parçayı sizlere sunmaktan onur,gurur ve bir şeyler duyuyorum.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Eskiden bu vardı: Hey mayt versene borç

  Eskiden bu vardı bölümünde aklımızda kalanları kurcalayarak içerisinden Arçelik Mite Buster elektrik süpürgesini size tanıtmak istedik. Gören de pazarlıyoruz sanacak. Yok ben bir şey almıyorum, zaten üretimi durmuş bir ev aleti. Diğer süpürgelerden farklı kılan neydi peki bu aletin ?


 Şöyle anlatmak gerekirsek, daha iyi bir temizlik sunmayı hedefleyen bu cihaz evlerimizdeki halılarda yaşayan mite (mayt) mikropları da daha iyi bir çekiş gücü ile alarak süpürme sonrasında yok ediyordu. Ev tozundan alerji meydana gelen bünyeler için birebirdi. Gerçi şimdi yaptığım araştırmalarda Güneş Işığı mite'ı yok ediyormuş. Buyur buradan yak :) Yani Güneş girmeyen eve doktor girer lafına geliyoruz.

 Evinizi süpürdünüz cillop gibi oldu, sonrasında hortumun takıldığı yerde kapak vardı onu aşşağıya indirip. Mite düğmesine basıyordunuz ve içerisindeki artan sıcaklıklarda mite'lar ölüyordu (muş) Arçelik yazan kısım ise kapaktı ona bastığınızda kapak açılır diğer ekipman başlıkları ortaya çıkıyordu tülleri, kornej aralarını, koltuk altlarını süpürmek için.

 Aklımızda ve eskilerde kalan bir ürünü size tanıttığımız için çok mutluyuz :D yine bekleriz. Hayırlı işler.


13 Ocak 2013 Pazar

Yol farketmeksizin ...

 Bisiklet bölümümüzün bu seferki konusu yol bisikletinin sadece kalıplarda bildiğimiz olan yol bölümü ile olan kısmı. Yol bisikleti adı üzerinden de anlaşıldığı üzere, yol ve yolcu aerodinamiği için özel ve hafif alaşımdan (alüminyum veya karbon) yapılıyor. Sürüş biçimi de hafif kamburumsu (rüzgarlı havalarda özellikle) oluyor. Yol bisikleti bugüne kadar hep bu dediğimiz işte asfalt ve düz yollarda kullanılır biçimindeydi. Martyn Ashton bu kalıpların dışına çıkarak bize yol bisikleti ile neler yapılabileceğini gösteriyor.

 Unutmadan belirtelim, bu işleri yapmak için çok profesyönel olmak ve bisikletinizin en iyi karbon malzemeden üretilmiş olması gerekmektedir. Aksi taktirde, altından kalkamayacağınız kazalarla karşılaşabilirsiniz. Buyrun hep birlikte izleyelim;



Bu güzelliğin perde arkası ise

Giden geri gelir mi ?

2005-2006 yılları. O zamanlar gençliğin verdiği enerji ve arayışlar... ah o güzel zamanlar, jeşkeler yok tabi :) bir oraya bir buraya vuruyoruz kendimizi. Sonraları Pulp diye bir mekan keşfediyoruz ve atıyoruz kendimizi oraya. O zamanlar mekanın ve piyasanın en havalı, adam gibi grubu olan MAT ile tanışıyoruz. Piyasadaki tüm şarkıları kendi yorumlarıyla o kadar güzel söylüyorlardı ki o zamanlar böyle bir grup da görmemiştim. Repertuar çok genişti.












 Daha sonra matonline forum sayfaları olduğunu keşfediyoruz ve diğer performansları kovalıyoruz... İlk performanslarında "Yosun" adlı parçalarını dinlemiştik, kendi üretimleri olan hoş bir parçaydı, sözleri de bir o kadar iyi.

 Grup Elemanlarını tanıtmaya başlarsak;

Korhan Uran (Salça) Bas gitar









Engin Murat Yavuz (Zibidi) Gitar









Fatih Aygün (Vokal, gitar)







Onur  (Bateri) (Daha sonra ayrılıp yerine Taner Keser geliyor)


Daha sonra 2007 senesinde kendi ismini taşıyan ilk albümlerini  (MAT- MAT) Piyasaya sürüldü. İçerisinde 13 adet parça vardı. Hatta İstanbul klibi ve diğer klipleri için de figüranları kendi hayranlarından seçerek böyle bir güzellik yaptılar.

 Bu sırada dream tv ve diğer müzik kanallarında muhteşem bir şekilde klipler dönmeye başlıyordu. Hatta bazı şovlara da katılıp canlı performans verdiler.

 O zamanlarda flash animasyonların popüler olduğu dönemde destroy onur nikli bir arkadaş devamlı eğlenceli işler yapıyordu. Mat bunları sevdi ki "Herkes Biliyor" parçasını destroy onur'a yaptırdı.

 Zamanın sevilen ve beyinlerde yer eden çizgi filmi "Clementine" için ise çok güzel bir parça yapılmıştı. Sözlerin olmadığı ve etrafta gördüğünüz alet edevat ile yapılmış keyif dolu parçanın klibi de yanılmıyorsam Galatasaray Lisesi'nde çekilmişti.





 Aradan uzun zaman geçti, kendilerini THY reklamı "Feel Like a Star" mottolu jingle ile gördük.



2011 senesinde son albümleri ve ayrılacağının haberini veren Mat ayrılık üçlemesi adında son albümünü yayınladı.

 Her başlangıcın bir bitişi olduğunu ya da her güzelliğin birgün solacağını unutmuştuk. Sayfalarındaki haberde artık devam etmeyeceklerini ve bundan sonra jingle hazırlamak ile meşgul olacaklarını öğrendik.




 Mat hakkında yazmamızın sebebi aslında, gençlik zamanlarını olabildiğince dolu dolu ve saçmalayarak geçirdiğimiz bir zamanda kendimizden birer parça bulmamız ve geceden bağlandığımız yerlere sabaha kadar eşlik etmemizdi. İyi de olmuş açıkçası... Devam etse hiç fena olmazdı. Umarız günün birinde yeniden araya gelirler. Albüm olmasa bile canlı performans izlemek isteriz onlardan.


Yosun tutmamak istiyorsanız;


İstanbul ağlatır


Daha fazla bilgi için ise;

http://www.matonline.net/hakkimizda
http://www.yosunmuzik.com/soundtracks-and-jingles

Siz Beğendiniz ;)

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı