22 Nisan 2012 Pazar

İki teker üstü keyif

 Cumartesi ve Pazar günü eğlenmek bile haram oldu desem en doğru lafı etmiş olurum. İki dakikalık mesafeyi bile yürümekten aciz olan insanım, daha sonra göt göbek bağlayınca da diyet işlemlerine başlıyor. Araba bazı koşullarda şart tabi ama işin bokunu çıkartanlar bir hayli fazla.








 Whistle Miwok 1053 v sahibiyim. Bu bisikleti seçmem konusunda bana çok yardımı dokunan ve çok sevdiğim, saydığım bir abim yardımcı oldu. Kendisi de her şekilde iki tekerleği şiddetle destekliyor :) Bu nedir abi, yenir mi ? Derseniz yok abicim bu iki tekerleğe sahip olan bir MTB dağ bisikletidir. Havalar güzel olunca en keyifli işlerden birini yapmak istiyorum. Önceden su borusundan yapılma bisikletleri kullanıyordum daha sonra nereden baksam altı - yedi senelik bir boşluk oldu bisikletle aramda. Ardım mı derseniz aradım biraz özellikle 2008 yılında Hollanda'ya gittiğimde Groningen Tren istasyonundan indiğimde hayretler içinde kaldım :) arabalar az bisikletler fazla. Bu çok güzel bir şeydi. Ülkemizde bulunan katil sürücülerden sonra böyle güzel bir yere uğramak bambaşka bir mutluluktu benim için :)





 Bisikleti sevmemin nedenine gelince açık havanın yüzünüze vurması mı diyeyim ya da bedeninize verdiği enerjiyi mi sayayım bilemiyorum. Kullanım kolaylığını söylemiyorum bile, iki tekerlek ile istediğiniz her yeri dolaşabilirsiniz. Ayrıca pratik ve trafik durumu yok.

 Asya ülkelerini bir yana bırakacak olursak. Hollanda'nın bisikleti tercih etmesinin en büyük nedeni zamanında fazlasıyla yaşanan çocuk ölümleri :( Bunun için yıllarca mücadele edilmiş ve sonunda hak yerini bulmuş :) Bir diğer neden ise araçların artık insanlardan fazla olması sebebiyle Ülkenin tamamı otopark'a dönüşmüş. Bu kadar güzel bir yeri demir yığınına çevirmek çok kötü. Size ait yollar, temiz enerji, doğayı koruma ve özgürlüüüüüük.

Hollanda'da bisiklet için verilen mücadele hakkında bir bilgi;


Bisiklet sadece maddi durumu yetersizler için veya spor için değil. Herkes için;



 Ülkemizde bisikletler için çalışma yapan bisikletliler derneği sağolsun yollar ve rotalar için emek sarfediyor. Çevre ve şehircilik bakanlığı ile de yeni işlemler yoluna koyulacağa benziyor.

Bisikletliler facebook sayfası için;

http://www.facebook.com/bisikletlilerdernegi

Üye olmak için;
http://www.bisikletliler.org/forum/

Umarız yakın zamanda bisiklet yollarını görürüz. İmkan olursa seneye Hollanda'ya gideceğiz. Bisikletle kalın :)

Not: Fotoğraflar kendime ait olup, izinsiz paylaşılamaz !

18 Nisan 2012 Çarşamba

Hoşgeldin Jack Abi

 Grammy ödüllerine doymuş artık daha ben başka ne yapayım modunda takılmayan gayet sakin ve oturaklı bir sanatçı olan Jack White nihayet solo projesi olan Blunderbuss albümünü yayınladı.

 Günümüzün en önemli sanatçılarından sayılan White, multi enstrümantalist olarak piyano, gitar, bateri başka daha ne sayabilirim bilmiyorum. Görmedim açıkçası o yüzden :) yoksa diğer müzik aletlerini de yemiş bitirmiştir sanırım.

 Kendisi için en büyük lütuf olarak aldığı ödülleri bir kenara koyarsak "It might get loud" Adlı üç kişilik ikondan oluşan; Jimmy Page ve The Edge ile aynı kamerada rol aldı. Kendinden yaşamından ve gitarlarından bahsetti...


 Hatta bir gitarı var ki o zamanlar mobilyacıda çalıştığı zamanlardaki gitarı hala sapasağlam duruyor. Ekstra silinmiş olan bölümlerden size gelsin bakalım.







 Teknolojiyi fazla sevmiyor, bunu belgeselde de belirtiyor. Teknoloji, büyük bir yıkım diyor. Bri yandan da doğru faydası olduğu kadar bunun bir de iki katı zararı var aslında. Basitlik ve eski usül en iyisi aslında. Geçen sene nette haberleri okurken iu da dikkatimi çekti, ölmeden önce yirmi tane grup kurmak veya proje yapmak istiyorum diye bir ifadesi vardı. Bunu sadece traş olsun diye yapmıyor zaten. Hakkını veriyor doğrusu. Albümün ismi olan Blunderbuss'ın anlamı "Alay bozan tüfeği" hani şu filmlerde ağzı büyük pooof diye patlayan tüfekler vardır ya onun adı oluyor.
 Nihayetinde yazımızın sonunda yeni albümden "Sixteen Saltines" adlı parçayı sunuyorum. Orjinali kadar live performansı da çok başarılı efendim. Son söz olarak kendisini Türkiye'ye bekliyoruz :)




15 Nisan 2012 Pazar

Biraz gemi, oyun ve medya

 Bazen teknolojiye kendimizi emanet eder gibi oluyoruz ama bir gözümüz de arkada kalıyor işte bu konuda hala alışkanlığınız varsa buna devam edin. Çok absürd oldu bu yazdığım ama gerçi anlatacağım işle pek de önemi yok. Bu satırları sadece dikkatinizi ölçmek için yazdım, ne ile ölçtüğümü söylemiyorum orası noter huzurunda bir sır.

 Son iki aydır hastası olduğum güzel ülkelerin manzaralarına bakıp bakıp iç geçiriyorum. Norveç, isveç, hollanda, isviçre, polonya, danimarka. Bunlar benim canım ciğerim, annelerinin kuzuları :) olayı manzaradan bağlamışken bir de nette araştırma yaparken Dear Esther adında bir Half life 2 modu buldum ama bu bildiğiniz oyunlardan değil. Daha oynama fırsatım olmadı ama oyunun içindeki atmosfer ve dolaşma imkanı sizi başka yerlere götürüyor. Müzikler desen on numara zaten, oyuna kendinizi kaptırmamak elde değil. Trailer'lardan izlediğim kadarı ile müziklerin güzel olduğunu gördüm ve edindim hemen dinlemeye başlarken oynatıcım olan VLC player sen gel albüm kapağını Hakan Peker yap, oldu mu gurbaaaaan ?  Dear Esther için daha detaylı vermek gerekirsek aşağıdaki videoyu izleyebilirsniz;






 Muhabbet kralları Cenk ve Erdem Bey bir ilke imza atmak isteyerek, bir kahve markası sponsorluğunda 52 saat durmadan muhabbet edeceklerini açıkladılar. Üstelik canlı yayın falan dediler ama öeğer iki hafta öncesinin kaydıymış orası da ayrı bir dünya tabi.










 Yaş kaç olursa olsun atariden, konsola ve bilgisayara olan aşkım hiç sönmüyor. İşin içinde yaratıcı fikirlerle ortaya çıkan oyunlar olunca kendimden geçiyorum. Geçenlerde Alan Wake oyununun PC versiyonu çıkmıştı iki hafta kadar hdd yer açma çalışmaları yaptıktan sonra beş günde oyunu bitirdim ama gece ortamını bıraktım gündüz vakti bile tırsar hale geldim. Işık ve el feneri artık hayatımın vazgeçilmez unsurları oldu, hatta sloganım bile hazır "Follow the light" oyunun içinden türlü hoşuma giden capsleri de aldım ve sizlerle paylaşıyorum.
 Olayın bir diğer yanı ise eşini kaybedip de maceraya atılan kahraman oyunları daha leziz oluyormuş bunu gördük. Yani olayın kurgusu güzel onu demek istiyorum. Mesela sıralayacak olursak;


1- Max Payne I

 Max Payne bir polis olarak hayatına devam etmekteyken bir akşam eve geldiğinde yatak odasını kan içinde bulur. Bebek yatağı da keza. Olayın asıl nedeni Max'in bu adamların peşinde olmasıdır. Bir nevi Max'e uyarı vermişlar ama çok ciddi bir uyarı olmuş. Akabinde gelişen olaylarda abimiz gözü kara bir şekilde önüne geleni taramaktadır. Oyun şimdiki zaman diliminde grafik için iyi gözükmeyebilir fakat zamanının oyunları ve teknolojisi ile karşılaştırılarak çok sükse yapmıştı. İlk olarak mekanlar birebir NY'da bulunan mekanlardı. Fayans kırılmaları, karakter yüzleri ve bullet time dediğimiz ateş ederken bir anda etraftakilerin slow motion (yavaş hareket) davranmasıydı.

2- Silent Hill 2

 Silent Hill serisini oynamamış olan birisine korku ve gerilim tarzında bu oyunu şiddetle tavsiye ediyoruz. Müziklerin haricinde olayın konusu şu şekilde başlamaktaydı. Karakterimiz James yıllar önce ölen eşinden mektup alır ve burada hikayemiz başlar. Silent Hill'de işler her zaman iyi gitmez zombi-yaratik karışımı yaratıklarla vereceğiniz mücadeleye tuz biber niyetine insanı gerecek bulmacalar eşlik ediyor. Fakat bu bulmacalar gerçekten de zeka gerektiren ve çözdüğünüzde "Heeea hakkatten mantıklı" diyebileceğiniz türden.

3- Alan Wake

En başta tanıtımını yaptığım oyunun konusuna gelince; Alan son zamanlarında çöküş yaşayan bir yazardır. Tekrar kafayı arındırmak ve içindeki ilham abiyi dışarıyı çıkartmak için doğrucana ormanın derinliklerine gider. Bu arada oyunda öyle gidip gelmeler var ki hangisi gerçek hangisi hayal anlayamıyorsunuz. Karanlık kasabanın ve sizin baş düşmanınız. O yüzden ya ışığa doğru koşmanız ya da elinizdeki feneri idareli kullanmanız lazım. Çevre düzenlemeleri ve modellemeleri on numara. Silent Hill 2'den sonra en çok korkutan oyun olmuştur kendisi. Burada kendi aldığım capsleri sizlere sunuyorum.













 Batmaz batmaz dedim, inanmadınız ne oldu?



 Titanik bu sene yine makyajlanmış 3D versiyonu ile tekrar sinema salonlarındaki yerini aldı. Filmi bir kenara bırakırsak. National Geographic'i zaten gemi enkazı için yaptığı çalışmaları ile biliyoruz ama James Cameron ile yapılan çalışmalar daha bir detaylı tabi bunu filmi çekmek içn ve gemi enkazlarını sevdiği için yaptığını öğrendik. Titanik için tam 33 defa dibe
 dalmış ve en son indiğinde özel iki tane kameralı denizaltı geliştirmiş. Kafasında hala soru işaretleri olan yönetmen dün (12 Nisan 2012) gemi batışı ile son noktayı koymak isteyen bir programı hazırlamışlar. Şu anda yine tekrarını veriyorlar, o kadar etkilendim ki yeniden izleyeceğim. James abi geminin batışını da muz ile örnek verdi :D değişik bir anlatım oldu.

 Titanik'in batması için "Dosya Kapandı" adlı özel program hazırlanmış bunda ise gemide o an neler olduğu ve yanlış bilinenlere ışık tutuluyor.

- Gemide az bulunan filikalar, başta bunu bir hata olduğu söylendi.
Zamanın ticaret odası başkanlığı eğer su geçirmez gemiler yapabiliyorsanız filika sayınızı azaltabilirsiniz diye bir kanun yayınlamış.

- Gözlemciler için dürbün yoktu ve bu yözden buzdağını göremediler.
Araştırma dahilinde tüm gemicilere danışıldı, gece dürbün değil, çıplak gözle daha iyi görülebilirdi. Buna paralel ufuk çizgisi gecenin o zifiri karanlığında suya serap etkisi yaparak ileriyi daha da parlaklaştırıyordu ve buzdağı karanlıkta gözükmüyordu.

 Mesajlaşma olayına gelirsek. Açıklarda California gemisi Titanik'den biraz daha önde seyrediyordu ve giderken de devamlı etraflarında buzdağlarının olduğu mesaj olarak bildiriyordu. Titanik'in dezavantajı ise Amerikan Mors yayını frekans dalgasına geç girmesiydi, girdikten sonra telgraf yüzlerce mesaj almaya başladı. Gemiden iki defa uyarı geldi "Dikkat edin! Buzdağları var" Fakat bu fazla umursanmadı hatta  "Sus! şu anda X kişi ile mesajlaşıyorum" Cevabı verilmiş. E biraz da kendileri kaşınmış.

 Daha sonrası için yine bir kurtulma ihitimali; IŞIK !

  Bu sefer kaptan California için ışıkla mors alfabesiyle yardım istiyordu ama bu sefer karşı taraftan yanlış yorumlandı. Gazı bitmiş bir lambanın yanıp söndüğünü yorumladı ve sonrası bildiğiniz üzere facia.






 Sosyal Medya ama var bir numara

 İnternet artık içimize işleyen bir üçüncü şahıs misafir olduğundan, ona direk kafayı çeviremiyorsunuz çünkü onsuz olmuyor artık. Bunun en basit örneğini bu son dört seneden beri ciddi şekilde görüyoruz. İnsanların aslında paylaşımı çok sevdiği ya da kendilerinin ne yaptığını paylaşmayı sevdiğini gördük. Fikirlerden daha çok kendini ifade etme şekilleri şarkılarla ve videolarla olmaya başladı.  İsmi sosyal medya olarak tanımlanan bu paylaşım servisleri ile ilgili daha önce bir yazı yayınlamıştım bu olayın bir de en güzel yorumunu Levent Erden yaptı. Tanımadığınız bir insanı sadece değişik profil fotosundan tanıyorsunuz bu adamı sadece sanal ortamda biliyorsunuz. Yarın öbür gün yanınızda düşse kaldırmayacaksınız bile veya konuşmayacaksınız :) çünkü tanımıyorsunuz. 

 Evet gerçekten doğru :) mimiklerini göremediğimiz, ses tonunu algılayamadığımız bu sanal ortam için ne kadar SOSYAL MEDYA veya SOSYAL AĞ diyebiliriz ?
 

2 Nisan 2012 Pazartesi

Çağımızın yeni sorunu Mobbing

 Adı belki eğlenceli bir oyun veya aktivite gibi gelse de işin aslı tamamen tersini gösteriyor. Mobbing nedir ?

 Genelde iş yerlerinde daha çok karşılaşılan bir durum olan mobbing, bir grup insanın bir kimseye veya başka bir sosyal gruba sosyal kabadayılık yapmasıdır. Nasıl yani diyeceksiniz. İş ortamında bulunan insanlar size şakayla karışık işleri yapamayacağınızı veya bulunduğunuz konumu ya da hedefleriniz ile ilgili konuşuyor hatta baskıcı bir şekilde bunu gösteriyorsa mobbing mağduru olmaya adaysınız demektir. Latince kökenli bu sözcük psikolojik şiddet, baskı kurmak, rahatsızlık vermek, sıkıntı yaratmak anlamlarına geliyor.

 Mobbing mağduru vatandaşların en çok gösterdiği belirtiler ise sessiz olma, içine kapanıklık olarak sıralanıyor.

 Peki bu ruh hastası olan kişiler size niye saldırıyor? 

Eğer siz;
  • İşini çok iyi, hatta mükemmel yapan;
  • İlişkileri olumlu olan ve çevresindekilerce sevilen;
  • Çalışma ilkeleri ve değerleri sağlam, bunlardan ödün vermeyen;
  • Dürüst ve güvenilir, kuruluşa sadık;
  • Bağımsız ve yaratıcı;
  • Zorbanın yeteneklerinden üstün özelliklere sahip olan kişilere yöneliyor. 
  • Zorbalar ise, aşırı kontrolcü, korkak, nevrotik ve iktidar açlığı olan kişiler olarak tanımlanıyor. (Leymann)
Mobbing yapmaya çalışanların ortak özellikleri ise;






  1. Kişileri grup kuralını kabul etmeye zorlamak
  2. Düşmanlıktan hoşlanmak
  3. Can sıkıntısı içinde zevk arayışı
  4. Önyargıları pekiştirmek
Kendi tavsiyemiz olarak, siz de şakayla karışık her saldırıya karşı dişli bir cevap vermeye çalışın. Bilginin bir güç olduğunu ve bunu en iyi şekilde kullanmayı görev edinin. Daha fazla aktif olmaya çalışın ve yeni fikirleriniz olsun.

 Normalde bu türden bir yazıyı kenara bırakırsak. Kalıbı dışında bir insan profili ve kişilik problemi olan insanların tümüne vereceğimiz bir ad olabilir. Kıskançlığın formülünü bulabilirseniz lütfen bize de söyleyin ;)

 Yasal haklarınız var ve bunları kullanmak için sakın çekinmeyin !

Mobbing ile mücadele derneği;


http://www.mobbing.org.tr

Issız ve kızsız adam

  Ülkemizin coğrafi konumundan mıdır nedir? Anlamadığım bir melankolik hava durumu bir dram yağmuru var. Bildim bileli ama böyle, nasıl desem insan ilişkileri, muhabbetlerine bakıyorum hep bir acı çekme havasını çok seviyormuşuz gibi gördüm, hala da öyle.

 Hele hele aşk ortamlarının ve temalarının prim yaptığı ülkemizde sinema sektörü boş kalır mı ? Kalmaz efendim kalmaz... Tabi her insan ister kendi yaşamından parçalarını beyaz perde üzerinde görmek ve bunları gördüğünde "Bunlar da hayatın şu evresinden geçmiş" demek istiyor. Issız Adam belki çok eski değil ama zamanına yine damgasını vuran filmlerden biri oldu. Özellikle günümüzde bugün Ayşe yarın Fatma diğer gün ise Naciye'yi (bu isim nereden çıktı ben de bilmiyorum :) koluma takıp gezer, istediğim haltı yaşarım tarzı yaşam biçimiyle kanka olanları ayrı bir vurdu. Sonra insanların kendilerini buldukları olan kesim vay be biz hakikatten yalnızmışız diye ortalıklarda gezdiler. Üzerine Kaybedenler Kulübü'de tuzu biberi oldu. Hayatın etkileşim alanı olan sosyalleşmeden iyice kopmaya başlamıştı halk, zaten türlü sorunlarla uğraşan insanlar "Beni kimse anlamıyor!" kalıplarına benzer kalıplarla yaşam tarzlarını değiştirdiler.

 Her şey bir anlık zevkler üzerine mi kuruldu peki ?

 Olayları biraz daha elde tutulabilir cinsten anlatan bir film görmüştüm, almıştım ama izlemeyi unutmuştum.

 Flashbacks of a fool adlı filmi geçenlerde izledim. İzleyenin gözüne bak bunları yap, böyle yaşa gibisinden Hollywood klişeleri sokmadan gerçekten izlettirdi kendisini, film bittiğinde de alkışladım evde. Yok şaka alkışlamadım da iki yerde böhüm böhüm ağladım.

--- Spoiler İçeriyor---

Adamın zamanında yaşadıklarına mı yanarsın? Hani belki o kızı ekmeyip buluşmaya gitseydi belki de daha güzel bir hayatı olacaktı.

--Spoiler Bitti---

 Film adamın yalnızlığından çok, zamanında karşımıza çıkan tercihler ve onları nasıl değerlendirdiğimiz. Bundan da ötesi bu kafamızı taktıklarımızın aslında birer oyalayıcı olduğu ve aslında yanımızdan geçenlerin önemli olduğunu bizlere sunuyor. Soundtrack albümü de başarılı olduğundan hem filmi ve hem müzikleri edinmenizi tavsiye ediyoruz efem. Kalın sağlıcakla... :)




 

Siz Beğendiniz ;)

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı