15 Nisan 2012 Pazar

Biraz gemi, oyun ve medya

 Bazen teknolojiye kendimizi emanet eder gibi oluyoruz ama bir gözümüz de arkada kalıyor işte bu konuda hala alışkanlığınız varsa buna devam edin. Çok absürd oldu bu yazdığım ama gerçi anlatacağım işle pek de önemi yok. Bu satırları sadece dikkatinizi ölçmek için yazdım, ne ile ölçtüğümü söylemiyorum orası noter huzurunda bir sır.

 Son iki aydır hastası olduğum güzel ülkelerin manzaralarına bakıp bakıp iç geçiriyorum. Norveç, isveç, hollanda, isviçre, polonya, danimarka. Bunlar benim canım ciğerim, annelerinin kuzuları :) olayı manzaradan bağlamışken bir de nette araştırma yaparken Dear Esther adında bir Half life 2 modu buldum ama bu bildiğiniz oyunlardan değil. Daha oynama fırsatım olmadı ama oyunun içindeki atmosfer ve dolaşma imkanı sizi başka yerlere götürüyor. Müzikler desen on numara zaten, oyuna kendinizi kaptırmamak elde değil. Trailer'lardan izlediğim kadarı ile müziklerin güzel olduğunu gördüm ve edindim hemen dinlemeye başlarken oynatıcım olan VLC player sen gel albüm kapağını Hakan Peker yap, oldu mu gurbaaaaan ?  Dear Esther için daha detaylı vermek gerekirsek aşağıdaki videoyu izleyebilirsniz;






 Muhabbet kralları Cenk ve Erdem Bey bir ilke imza atmak isteyerek, bir kahve markası sponsorluğunda 52 saat durmadan muhabbet edeceklerini açıkladılar. Üstelik canlı yayın falan dediler ama öeğer iki hafta öncesinin kaydıymış orası da ayrı bir dünya tabi.










 Yaş kaç olursa olsun atariden, konsola ve bilgisayara olan aşkım hiç sönmüyor. İşin içinde yaratıcı fikirlerle ortaya çıkan oyunlar olunca kendimden geçiyorum. Geçenlerde Alan Wake oyununun PC versiyonu çıkmıştı iki hafta kadar hdd yer açma çalışmaları yaptıktan sonra beş günde oyunu bitirdim ama gece ortamını bıraktım gündüz vakti bile tırsar hale geldim. Işık ve el feneri artık hayatımın vazgeçilmez unsurları oldu, hatta sloganım bile hazır "Follow the light" oyunun içinden türlü hoşuma giden capsleri de aldım ve sizlerle paylaşıyorum.
 Olayın bir diğer yanı ise eşini kaybedip de maceraya atılan kahraman oyunları daha leziz oluyormuş bunu gördük. Yani olayın kurgusu güzel onu demek istiyorum. Mesela sıralayacak olursak;


1- Max Payne I

 Max Payne bir polis olarak hayatına devam etmekteyken bir akşam eve geldiğinde yatak odasını kan içinde bulur. Bebek yatağı da keza. Olayın asıl nedeni Max'in bu adamların peşinde olmasıdır. Bir nevi Max'e uyarı vermişlar ama çok ciddi bir uyarı olmuş. Akabinde gelişen olaylarda abimiz gözü kara bir şekilde önüne geleni taramaktadır. Oyun şimdiki zaman diliminde grafik için iyi gözükmeyebilir fakat zamanının oyunları ve teknolojisi ile karşılaştırılarak çok sükse yapmıştı. İlk olarak mekanlar birebir NY'da bulunan mekanlardı. Fayans kırılmaları, karakter yüzleri ve bullet time dediğimiz ateş ederken bir anda etraftakilerin slow motion (yavaş hareket) davranmasıydı.

2- Silent Hill 2

 Silent Hill serisini oynamamış olan birisine korku ve gerilim tarzında bu oyunu şiddetle tavsiye ediyoruz. Müziklerin haricinde olayın konusu şu şekilde başlamaktaydı. Karakterimiz James yıllar önce ölen eşinden mektup alır ve burada hikayemiz başlar. Silent Hill'de işler her zaman iyi gitmez zombi-yaratik karışımı yaratıklarla vereceğiniz mücadeleye tuz biber niyetine insanı gerecek bulmacalar eşlik ediyor. Fakat bu bulmacalar gerçekten de zeka gerektiren ve çözdüğünüzde "Heeea hakkatten mantıklı" diyebileceğiniz türden.

3- Alan Wake

En başta tanıtımını yaptığım oyunun konusuna gelince; Alan son zamanlarında çöküş yaşayan bir yazardır. Tekrar kafayı arındırmak ve içindeki ilham abiyi dışarıyı çıkartmak için doğrucana ormanın derinliklerine gider. Bu arada oyunda öyle gidip gelmeler var ki hangisi gerçek hangisi hayal anlayamıyorsunuz. Karanlık kasabanın ve sizin baş düşmanınız. O yüzden ya ışığa doğru koşmanız ya da elinizdeki feneri idareli kullanmanız lazım. Çevre düzenlemeleri ve modellemeleri on numara. Silent Hill 2'den sonra en çok korkutan oyun olmuştur kendisi. Burada kendi aldığım capsleri sizlere sunuyorum.













 Batmaz batmaz dedim, inanmadınız ne oldu?



 Titanik bu sene yine makyajlanmış 3D versiyonu ile tekrar sinema salonlarındaki yerini aldı. Filmi bir kenara bırakırsak. National Geographic'i zaten gemi enkazı için yaptığı çalışmaları ile biliyoruz ama James Cameron ile yapılan çalışmalar daha bir detaylı tabi bunu filmi çekmek içn ve gemi enkazlarını sevdiği için yaptığını öğrendik. Titanik için tam 33 defa dibe
 dalmış ve en son indiğinde özel iki tane kameralı denizaltı geliştirmiş. Kafasında hala soru işaretleri olan yönetmen dün (12 Nisan 2012) gemi batışı ile son noktayı koymak isteyen bir programı hazırlamışlar. Şu anda yine tekrarını veriyorlar, o kadar etkilendim ki yeniden izleyeceğim. James abi geminin batışını da muz ile örnek verdi :D değişik bir anlatım oldu.

 Titanik'in batması için "Dosya Kapandı" adlı özel program hazırlanmış bunda ise gemide o an neler olduğu ve yanlış bilinenlere ışık tutuluyor.

- Gemide az bulunan filikalar, başta bunu bir hata olduğu söylendi.
Zamanın ticaret odası başkanlığı eğer su geçirmez gemiler yapabiliyorsanız filika sayınızı azaltabilirsiniz diye bir kanun yayınlamış.

- Gözlemciler için dürbün yoktu ve bu yözden buzdağını göremediler.
Araştırma dahilinde tüm gemicilere danışıldı, gece dürbün değil, çıplak gözle daha iyi görülebilirdi. Buna paralel ufuk çizgisi gecenin o zifiri karanlığında suya serap etkisi yaparak ileriyi daha da parlaklaştırıyordu ve buzdağı karanlıkta gözükmüyordu.

 Mesajlaşma olayına gelirsek. Açıklarda California gemisi Titanik'den biraz daha önde seyrediyordu ve giderken de devamlı etraflarında buzdağlarının olduğu mesaj olarak bildiriyordu. Titanik'in dezavantajı ise Amerikan Mors yayını frekans dalgasına geç girmesiydi, girdikten sonra telgraf yüzlerce mesaj almaya başladı. Gemiden iki defa uyarı geldi "Dikkat edin! Buzdağları var" Fakat bu fazla umursanmadı hatta  "Sus! şu anda X kişi ile mesajlaşıyorum" Cevabı verilmiş. E biraz da kendileri kaşınmış.

 Daha sonrası için yine bir kurtulma ihitimali; IŞIK !

  Bu sefer kaptan California için ışıkla mors alfabesiyle yardım istiyordu ama bu sefer karşı taraftan yanlış yorumlandı. Gazı bitmiş bir lambanın yanıp söndüğünü yorumladı ve sonrası bildiğiniz üzere facia.






 Sosyal Medya ama var bir numara

 İnternet artık içimize işleyen bir üçüncü şahıs misafir olduğundan, ona direk kafayı çeviremiyorsunuz çünkü onsuz olmuyor artık. Bunun en basit örneğini bu son dört seneden beri ciddi şekilde görüyoruz. İnsanların aslında paylaşımı çok sevdiği ya da kendilerinin ne yaptığını paylaşmayı sevdiğini gördük. Fikirlerden daha çok kendini ifade etme şekilleri şarkılarla ve videolarla olmaya başladı.  İsmi sosyal medya olarak tanımlanan bu paylaşım servisleri ile ilgili daha önce bir yazı yayınlamıştım bu olayın bir de en güzel yorumunu Levent Erden yaptı. Tanımadığınız bir insanı sadece değişik profil fotosundan tanıyorsunuz bu adamı sadece sanal ortamda biliyorsunuz. Yarın öbür gün yanınızda düşse kaldırmayacaksınız bile veya konuşmayacaksınız :) çünkü tanımıyorsunuz. 

 Evet gerçekten doğru :) mimiklerini göremediğimiz, ses tonunu algılayamadığımız bu sanal ortam için ne kadar SOSYAL MEDYA veya SOSYAL AĞ diyebiliriz ?
 

0 Sen ne diyon birader? Anlat:

Siz Beğendiniz ;)

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı